14 Haziran 2009 Pazar

Turuncu Gofret

İhanete uğramak çok ağır bi duygudur. Acı demiyorum. Ağır bi duygudur. Acı duygular farklıdır. Acı duygu yaşandığında, göğsünüz jiletle kesilmiş gibi olur. Başta bir şey belli olmaz. Sonra kan akmaya başlayınca anlarsınız her şeyi. Acı da birden patlar. Ama yarayı kapatmak mümkündür. Sevenlerin yardımıyla olsun, maddi olanaklarla olsun, bi şekilde kapanır o yara.

Ağır duygu bundan bambaşkadır. Ağır duyguda sanki sırtüstü yatarken göğsünüze bi ağırlık konulmuş gibi olur. Sıkışırsınız. Belli bi acı baş göstermez ama o bişiyin altında kalma, çaresiz olma hali çok daha fenadır. İşin kötüsü çoğu zaman kollarınızda o yükü kaldıracak gücü de bulamazsınız. Derdinizi anlatamazsınız. Baskı artar. Çünkü anlatabilseydiniz, yükü kaldırmak için başka kollar da yardıma gelirdi. Ama anlatamazsınız. Sorunun ne olduğunu, çözümün ne olduğunu, hatta bi sorunun olup olmadığına bile karar veremediğiniz için yardım isteyemezsiniz. Çok bok bi durumdur.

Bundan 10 sene önceydi. O zamanlar ilkokul 2. sınıfta dakikada 27 kelime okuyan, düz çizgi çizmeyi büyük başarı sayan, blok flütün tüm müzik aletlerinin atası olduğunu sanan, power rangersların yayımdan kalkmasının acısını yeni yeni atlatmaya çalışan küçük bi Mustafaydım. Küçük bi Mustafa bile değildim. "küçük mustafa" idim. Harfler arasındaki hiyerarşiye karşı olduğumdan dolayı M'yi sevmez, m ile yazardım adımı. Maksat küçük harfler üzülmesin.

Çocukken üzülmesini istemediğiniz şeyler cansız varlıklarken, büyüdükçe düşünebilen, konuşabilen şeylere kayıyor merhamet duygumuz. Önceleri silgimin kopmasına üzülürken, ilerleyen yıllarda kedilerin üşümesine, şimdilerde ise insanların üzülmesine üzülüyorum. Evet, insanların üzülmesi çok üzücü bişi benim için.

Daha silgiye üzülen safhadan kediye üzülen safhaya geçiş yaptığım yıllardı 2. sınıf yıllarım. Nedense bir türlü unutmadığım bir ihanet yaşamıştım. Belki de ilkokul dendiğinde aklıma gelen 2 şeyden biri bu olabilir. Diğeri de 5. sınıfta, sınıflar turnuvasında attığım goldü.

Taha diye bir arkadaşımız vardı. Sınıfın reisi olan, öğretmene ilk kez hocam diyen, derste konuştuğu için sürekli kulağı çekilen ama iyi top oynadığı için de üzerinde delicesine otoriter olmasını sağlayan bi liderlik aurası saçan çocuklardandı. Herkese istediğini yapar ama siz " Taha ya" deyip küçük bi itiraz ortaya koyabilirdiniz en fazla.

Bizim sınıfımızda 5 yıl boyunca uygulanan; hala aklıma geldikçe hayran kaldığım, imece'nin atası olduğunu düşündüğüm ama daha sonra imecenin aslında daha farklı bişi olduğunu öğrenip, atası olmadığını farkettiğim ama hayranlığımı devam ettirdiğim bir beslenme saati organizyonu vardı.

Okulda ilk tenefüs 20 dakikaydı ve bu sürede ilkokul çocukları beslenme saati uygulaması yapardı. Ortaokulda ise bu uygulama, öğle tenefüsü kantin uygulamasına dönüştü. Yaz saati-kış saati misali. Olay şuydu: Hergün bir çocuk, tüm sınıfın beslenme saati ihtiyaçlarını karşılardı. Yani herkese tost-meyve suyu alırdı. Ya da yakınındaki bi süpermarketten halley-caprysun olayına girerdi. Kimin alacağı ise sınıf listesinden takip edilirdi. Bence harika bi sistemdi. Bir gün bir arkadaşımız herkese çokonat, nam-ı diğer, turuncu gofret almıştı. Ben annemin sabah hazırladığı kahvaltının tokluk etkisiyle gofretimi, ileride evin babasının işleri bozulursa diye bi kenara sürekli para koyan anne gibi sıramın altına koymuştum ve 20 dakikalık tenefüs bana kaldığı için de bahçede çılgınlar gibi, büyük abilerin top oynamasını izleme sporunu yapmaya gitmiştim.

Daha sonraki dakikalarda elinde turuncu gofretiyle Taha çıkagelmişti bahçeye. Pis pis sırıtıyordu. Bir Galatasaraylının Fenerbahçenin avrupa maçlarında kaybetmesi karşısında, üzüldüm ne de olsa Türk takımıydı diye geyik yapması ama içindeki sevinçten dolayı dudağının kenarının kıvrılmasıyla oluşan ikiyüzlü gülümseme gibiydi bu adeta. O anda bi karanlık çöktü ruhuma. Yoksa bu benim, o kötü günler için sakladığım turuncu gofret miydi? O zamana kadar sadece, iyi yürekli çocukların, inançları sayesinde basketbol turnuvalarında şampiyon oldukları, Kanald'de pazar günleri yayımlanan çocuk filmleriyle büyümüştüm. Böyle bi adiliğin başıma geleceğini düşünmemiştim hiç. Çünkü iyilerin başına kötü şeyler gelmezdi. Tamam, bi keresinde bi arkadaşıma salak demiştim, ama bu beni çok da kötü biri yapmazdı. Peki o zaman neden böyle bir şey gelmişti başıma_?

Taha yanıma yaklaştıkça, gofretim daha da azalıyor, ağzının kenarına yayılan çikolata izleri, ruhumun üzerini örtüyor, içeri ışık girmesini engelliyordu adeta. Ve yanıma geldi. "Taha o benim gofretim mi" diye sordum, cevabının hayır olmasını tüm kalbimle dileyerek. "Evet" yanıtı geldi, ağzında çıtırdayan fındıkların sesinin arasından. İşte ağır duygunun nası bir şey olduğunu o zaman anlamıştım. Acı bir duygu değildi bu. Batman'imin kolu kırıldığındaki duygu gibi değildi bu. Daha farklıydı. Kesmiyordu, eziyordu göğsümü. İhanetle tanışmıştım. Ve kendisini hiç sevmemiştim.


"Keşke yemeseydin Taha" dedim. Onun cevabı ise sadece omuz silkmek oldu, zilin çaldığı ve beraberce sınıfa doğru çıkmaya başladığımız zaman.

4 yorum:

DontHurtMe dedi ki...

"Sorunun ne olduğunu, çözümün ne olduğunu, hatta bi sorunun olup olmadığına bile karar veremediğiniz için yardım isteyemezsiniz. Çok bok bi durumdur."
her şey güzel de, bunu diyen sensen sen sen değilsin.

İstasyonda Bekleyenler dedi ki...

Anladığım kadarıyla o kahvaltı zamanlarını pek sevmiyormuşsun.Halbuki benim en sevdiğim zamanları o 20 dk. oluştururdu.Acaba bugün hangi pasta, börek gelicek diye beklerdim.Bazen börek görüp sevinir bazen dandik bir marka kek görüp üzülürdüm.Şimdi bakıyorumda ne kadar boş bir çocukluk geçirmişim.

Bestami dedi ki...

ölümüne mokoko

Adsız dedi ki...

LAPACI HAKİKATEN HAYATIN OLDUKÇA BOŞMUŞ.


Get Music Tracks! Make Your Own!