19 Haziran 2009 Cuma

Ben Bugün Bunu Oldum

Gece geç yatıp, erken kalkmanın etkisiyle, çıktığım sokakta sendeleyerek ilerledim. Minibüse binecektim. Durakta yerimi aldım. Enva-i çeşit renkteki araçların oluşturduğu trafikte gözlerim o büyük beyaz puntolarla yazılmış, minibüs bekleyenleri gülümseten, küresel ısınma takıntılıları hüzünlendiren o "KLİMALI ARAÇ" ibaresini aradı yolun kenarından. 10 dakika geçmiş ve hala hiçbir klimalı araç görememiştim. Sonunda, yuttuğum egsoz dumanı ve beynimle "tanışabilir miyiz bağyan" diyerek söze giren tatil yöresi insanının aradığı cinsten bi münasebete girmeye çalışan güneş, beni bu bekleyişimden vazgeçirdi. Nispeten boş gördüğüm ilk mavi-başlıklı minibüse biniverdim.

Bir elimle her zamanki pis metal kokusunu üzerinde barındıran, sarı demirlerden birine tutundum. Özenle önce en küçük paraları toplayarak oluşturduğum ücretimi, " bir kişi Acıbadem" diyerek şoföre (otobüsteki haline kaptan diyoruz) uzattım. Uzatılan elde, yıpranmışlığın, emeğin, yılların yorgunluğunun ve taze silinmiş bir sümüğün izlerini gördüm. Kararan avuçiçlerinin devamında yukarı doğru kıvrılan, sigara tutmak için özel çukurların oluştuğu parmakların meydana getirdiği o ilginç çukur yere parayı bıraktım. Bu pozisyon paraları yarım metre geriden bile düşürmeden alabilmeyi sağlıyordu. Dolmuşların ilk kullanılmaya başlanıldığı zamanlarda ortaya çıkıp, yılların getirdiği tecrübelerle kusursuzluğa ulaşmış ve şimdiki halini almıştı bu hareket. Ters kepçe diyorum ben bu şekle.

Yol sıkıcı olduğu için, paraların konulduğu beyaz kül tablalarının bulunduğu o çıkıntıya doğru yaklaştım. Burada, arkadan gelen paraları şoföre uzatıp, para üstlerini doğru verip vermediğini takip ederek zaman öldürüyordum. Bir süre sonra götüme temas eden götlerin sayısının artmasından, minibüsün artık insan olmanın gerektirdiği doluluk sınırını aştığını anladım. Şoför kül tablalarının olduğu o büyük şeye oturmamı söyledi. Oturunca bi rahatlık çöktü. Dizlerime falan iyi gelmişti.

Oturmanın verdiği rahatlığa alışınca, gözlerim, hemen önümde duran teyzenin ilginç çiçeklerle bezenmiş sarı elbisesine takıldı. Hipnotize olmuştum adeta. Aman tanrım ne desendi o öyle. Yavru ceylanı yemek için ağzını açmış aslana benzer yaprakların ve kuş bokunun düştüğü yerde bıraktığı o şekilsiz lekeyi andıran beyaz çiçeklerin oluşturduğu, gözlerinizi üzerinden alamadığınız garip bi desendi. Bu rahatsız edici derecedeki derin odaklanışımı, "bir kadıköy lütfen" sesi bozdu. Oha, çiçek deseni konuşmuştu! Bir olağanüstülük olduğunu sezmiştim bu şekilsiz çiçeklerde. "pardon, kadıköy uzatır mısınız" dedi çiçek. Sonra omzumda bir parmak hissettim. Yavaşça kafamı kaldırdığımda konuşanın çiçek değil de, onu giyen teyze olduğunu gördüm. "ta, ta,ta-bi" dedim. Parayı aldım ve 30 santim yanımdaki şoförün ters kepçe pozisyonundaki eline koydum. İşte her şey o zaman başladı.

İlerleyen saniyelerde binen bütün yolcuların paraları bana uzatılmaya başlandı."buradan 2 kadıköy, şundan 1 hastane, Göztepe Köprüsüne gelince haber verir misiniz_?..." istekler yağıyordu üzerime. Şoförün bıyık altından pis bi gülümsemeyle aynasını düzelttiğini gördüm. Olanları yeni anlıyordum. Fasulyeden minibüsçü olmuştum. Tamamen isteğimin dışında yüklenmiştim bu vazifeyi ama olmuştu artık, kül tablası çıkıntısındaydım bi kere, kaçış yoktu.

Sistemi kısa sürede çözdüm. İzlediğim mafya filmlerinde gördüklerime benziyordu biraz. Kirli işleri ben yapıyordum, ama tüm otorite ondaydı (o = şoför). Herkes bana uzatıyordu ama arkadan vermeyen kaldı mı esprisini o yapıyordu. Paralar önce benim elime geçiyordu ama akabinde ona iletiyordum. Tüm sesi kısık amcalara " Pardon, neresi demiştiniz_?" diye ben soruyordum. Aracı o durduruyor, yolcuları o alıyordu. Ben işin muhasebe ve halkla ilişkiler kısmındaydım. Zordu işim. Verilen paraların neresi için olduğunu aklımda tutmam gerekiyordu. Yeri geldiğinde "bostancı sapağında inecek var mı" gibi soruları seksi hafızamdan çıkardığım bilgiler ışında cevaplıyordum. İşin zor kısmı halkla ilişkilerdi. Boşalan yerlere hanımları kanalize ederken, erkeklere öncelik vermeleri gerektiğini hatırlatan küçük işaretler gönderiyordum. Tüm bunları yaparken de kafamı her çevirdiğimde o çiçek desenli giysinin renkleri ve şekilleri içinde bilincimi korumaya çalışarak büyük bir irade örneği gösteriyordum (O teyzede bi gariplik vardı, hissediyordum). Teşekkürleri, önemli değil, rica ederim gibi kelime öbekleriyle ustaca cevaplandırıyordum aynı zamanda.

-Küçük açıklamam geldi-
"Rica ederim" futboldaki uzun pasla çıkılan kontra atak gibidir. Ne zaman koşmaya başlayacağınızı iyi ayarlamanız gerekir. Hareketlenmek için geç kalırsanız, gelen topa yetişemezsiniz. Ama çok erken hareketlenirseniz de ofsayt'a düşersiniz. Teşekkürün akabindeki "Rica ederim"de de ayarlamanız gereken şey sesinizin şiddeti. Eğer çok yüksek sesle söylerseniz, "o kadar para uzattık, teşekkür etcen herhalde, kıçımdan ter aktı onu uzatırken benim" gibi anlaşılır (ofsayt durumu). Yok böyle değil de, kısık sesle söylerseniz karşınızdaki duymaz ve "senin teşekküründen ne olcak, etken ekime kadar etmesen ..." gibi algılanır. Sesi duyulurla duyulmaz arasında tutmak zorundasınız. Karşınızdaki bir şey dediğinizi duyacak ama tam da anlamayacak. Zor iş gerçekten.
-Son-

Bu kısa açıklamadan sonra kaldığım yerden devam etmek istiyorum. Geçen 10 dakikanın ardından kendimi özel hissetmeye başlamıştım. Karşımdaki insanlara benzemiyordum. Ben farklıydım. Ben oturuyordum, hem de erkek olmama rağmen gelen yaşlılara yer vermek zorunda değildim! Çünkü oturduğum yer, aynı zamanda beceri ve disiplin isteyen bir görevi de omuzlarıma yükleyordu. Kimseye veremezdim yerimi. Artık ellerimde metal tutunma çubuklarının pis kokusu yoktu. Onun yerine paranın pis kokusu vardı. Herkes ileride uzanan yola bakarak ilerlerken, ben genel asayişi ve uyumu sağlamak için yolculardan gözlerimi ayırmıyordum. Para üstlerini kontrol ediyor, 2 kişi binip bir kişi uzatanları uyarıyor, fortçulara göz açtırmıyordum. Camları açık tutup, çocuklara kafalarını uzatmamalarını tembihliyordum. Paraları ters kepçe manevrasıyla alıp, para üstlerini, bozuk para ise büyükten küçüğe sıralayıp iki parmağımın arasında sıkıştırıp veriyordum. 40 yıllık minibüsçüden daha minibüsçü olmuş gibiydim.O iğrenç terle karışık osuruk kokusu bile artık rahatsız etmiyordu beni. Burası iyisiyle kötüsüyle benim hükümranlığımdı. Tüm yolcular ise tebamdı. ( Sarı elbiseli teyzeyi tenzih ederim. Onda bi gariplik vardı.)

Kadıköy'e yaklaştıkça minibüs boşalmaya başlamıştı. Ortamda artmaya başlayan O2 miktarı beynime zuhur ederek bilincimi az da olsa açtı. İşte o an bu rüyadan sıyrılmam gerektiğini çünkü Acıbadem'e gelmemize çok az kaldığını farkettim. Peki minibüs'ü nasıl bırakacaktım. Bensiz şoför nasıl 50 lirasını bozduracak birini bulacaktı_? yada da tüm o karmaşık para işlerini düzene sokacaktı. Ondan da öte, bu mevkiyi ben dişimle tırnağımla kazanmıştım. Bunca emek bir hiç uğruna mıydı_? Ayrılık zordu, biliyordum ama beni bekleyen insanlar vardı ve onları özlemiştim. İnmem gerekiyordu. Buruk bir şekilde "Abi üstgeçitte..." dedim. Gerisi gelmedi. Başım öne eğikti. Onun yüzündeki hayal kırıklığını görmek istemiyordum. Araç durdu.

Kapı pısss'ladı. Adımı son basamağa atınca arkamı dönüp son bir kez baktım. Gördüğüm şey ise, pis sırıtışıyla aynasını düzelten bir şoför ve kül tablalarının önünde tüm heybetiyle dikilen, oturduğu yere alışmaya çalışan sarı üzerine garip çiçek desenli bir elbiseydi. O teyzede bir gariplik vardı. Bunu biliyordum. Ve minibüsçülük içgüdelerim yanıltmıyorsa benim işimi sürdürebilecek tek kişi o olmalıydı.


Bu yazıdan ne çıkardık:
- Okulda teşekkürü cevaplamak, oksijenin kıt olduğu durumlarda beyin fonksiyonlarımızı normalde tutmak için neler yapmalıyız gibi nice, günlük hayatta can kurtaracak bilgi verilmiyor.
- Makam, mevkii falan boş işler. Kişi ne oldum değil ne olacağım demeli. İş hayatında veya okulda bizi önemli kılan ismimiz olmalı, onun başına gelen ünvan sıfatları değil. O sıfatlar zamanla gidecektir, kalıcı olan ismimizin taşıdığı değer olacaktır.
- Acıbadem aslında çok kolay bi yer, yeter ki gitmek istediğin yeri tarifine uygun şekilde ara.


Yazı hakkında ne demişler:
(Bu kısım yazıya yorum yapmaya üşenen okurları teşvik için oluşturulmuş olup, gelen eleştirilerin yayımlanması amacıyla konulmuştur)

6 yorum:

Adsız dedi ki...

acıbadem rocks!!!!!!

Janberk dedi ki...

bence sen o sarı elbiseli teyzeyi izlerken sıcağın etkisiyle uyuyakalmışsın, bu ne lan motor şişintisine oturdun, iki para uzattın diye insan muavin mi olur lan yok fortçulara göz açtırmıodum falan:D

81570 dedi ki...

oha lan cambo böyle giderse yılın okuycusu olucaksın.

Adsız dedi ki...

olur mu

Janberk dedi ki...

olurum ulennn!...

Adsız dedi ki...

OLURSUN JANBERK İSMİNDE "BERK" KELİMESİNİ TAŞIYANLAR SALAKTIR.(TECRUBEYLE SABİTTİR.)ISTANBUL MU İSTANBUL MU JANBERK?GATA!


Get Music Tracks! Make Your Own!