30 Ekim 2008 Perşembe

Z =r. cis(pi/üç)

Sansürdü, sınav haftasıydı, dersane denemesiydi derken yine araya ayrılık girdi. Gerçi sınav haftası hala bitmedi. Bugünkü garip kimya sınavından sonra, yarın da heyecan dolu bir matematik sınavı var. Çalıştım gerçi ama benim matematikle mazim pek hoş değil. İnsan yine de korkuyor.


İnsan büyüdükçe sınavların da aslında o kadar önemli olmadığını fark ediyor. Belki de öğrenciliğe alıştığımdan, belki hayatta matematik sınavından 85 almaktan önemli şeyler olduğunu keşfetmemdendir bu değişim.


Aslında bu konuda söylenecek çok kelam var. Amma ve lakin bunlar herkesin farkında olduğu şeyler. Peki, neden giriş yaptım da gerisini getirmedim_? Sadece hatırlatma amacıyla söyledim. Eflatun'a göre insanlar herşeyi bilir, ama bunları unuturlarmış. Yani benim söylediklerim aslında hepsini siz de içinizde saklıyorsunuz. Ben sadece hatırlatıyorum. Bilmiyorum Eflatun'un yalancısıyım. Benim de aklıma yattı bu konu. Bazen, sadece kendinizde var olduğunu düşündüğünüz hisselere, başkalarında da tesaadüf ettiğimiz zaman bunu biraz biraz anlayabiliyorz. Belki bu yüzden yazıları okuduğunuz da " aa, aynı benim düşündüğüm gibi yazmış" diyorsunuzdur arada sırada.


Zaten denemelerde amaç insanları eğitmek ya da onları bir şeyler göstermek değildir. Sadece insanların içlerinde, sanki bir gaz kümesi gibi, tam kelimelere dökemedikleri ama derinden derine hissettikleri duyguları, biraz olsun somutlaştırmaya çalışmaktır.


Her ne kadar soyut kavramlar olsa da, matematik sınavının sonucu evde somutlaşacak veli toplantısından sonra. O yüzden uzatmadan yatmadan önce yapmam gereken işleri halledeyim.

13 Ekim 2008 Pazartesi

)=)

Hazır mutluyken bir şeyler yazayım dedim. Gerçi ne yazacağımında bilincinde değilim ya neyse. Sevincimi yansıtmak istiyorum sadece. Neden, nasıl, ne zaman böyle mutlu oldum onu da bilmiyorum. Bir anda oldu. Zaten Sabun köpüğü gibi bu da. Anında yok oluyor. Buna da bi' çare bulamadım hala. Herkes anı dondurmak ister ya, hatta fotoğraf makinalarının da kullanılış amacıdır bu. Sonra da bakıp bakıp o günleri anarlar. Ben bunun duygular için olanından istiyorum bi' tane. Mutlu anında kaydedeceksin o duyguları, sonra ihtiyacın olduğu anlarda çıkarıp, onu kullansan ya da en azından geçici süreliğine de olsa sıkıntılarını, hüzünlerini bastırsa. Ne güzel olurdu di mi_? İnsanlar yanlış icatların peşinde. Zaman makinası, ışınlanma, uzayda yaşamı sağlayacak projeler falan... Hiçbiri bu bahsettiğim alet kadar cazip gelmiyor bana.


Fotoğraflarda insanlar hep güler alışılageldiği gibi. Asla neler hissettiklerini bilemeyiz, anlayamayız.
....

Bu yazının gidişatı çok farklıydı. Fakat şu an o sevinçten zerre kalmadı içimden. O yüzden aynı şekilde devam ettiremeyeceğim yazıyı. Yarım saatte nasıl da çabuk değişiyor ruh halim. İnsanların benim üzerinde çok büyük etkisi var. Düşüncelerime değil ama duygularıma çok kolay yön verebiliyorlar. Rüzgadaki bir yaprak gibiyim. Ağacımdan kopalı çok olmuş. Nerden eserse rüzgar o tarafa gidiyorum. Şimdi "ulan yarından sonra çok farklı olcam!" diyorum. Ama sabah kalktığımda da aynı kararlılığı sürdürebilir miyim hiç bilmiyorum. Umarım sürdürürüm.

İşte size her gece yatarken huzursuzluğumu geçirtirmeyi sağlayan cümleyi söyleyeyim:

Yarın güzel bir gün olacak....

9 Ekim 2008 Perşembe

Küçüktüm Ufacıktım, Top Oynar Acıkırdım

Okulda eğitsel kolları(kulüpleri) seçtik bu hafta. Geçen rehberlik dersinde olmadığın için beni rastgele bir kola yerleştirmişler, ben de 2 kulüp seçince toplamda 3 kulübüm oldu. Ama anlatmak istediğim bunlar değil tabi. Konuya gireyim yavaştan. Doğaçlama Tiyatro diye bir kulübe girdim ben. Bu sene arkadaşlarım kurmuş, ben de girme mecburiyetinde hissettim kendimi.

Sınıfa girdim. Yaklaşık 45 kişi falan vardı sanırım. Pek umursamadım çevredeki bağrış çağrışı. Sonra bizimkiler gelenlere formlar verdi. "En sevdiğiniz özellik, en sevdiğiniz özelliğiniz, 3 kelimede kendinizi tantın vb..." sorular vardı üzerinde. Hem gelenlerin çoğundan üst dönem olmamın hem de, tanıdığım fazla kişinin olmasının verdiği rahatlıkla, zil çalana kadar doldurulmuş formları okumaya başladım. Orda çok hoşuma giden bi şeye tesadüf ettim. "Sevdiğiniz kişilikler" sorusuna, "Kişiliği olan herkesi severim." demiş, sonra da "Çünkü bu da gerçekleştirilmesi çok zor bir şeydir" gibisinden bir şeyler söyleyerek açıklamış. Herhalde size aynı tesirde bulunmamıştır, ama o zaman benim çok hoşuma gitti. Gerçekten de kişilik sahibi olabilmek ne kadar büyük bir ayrıcalık.

Düşündüm kişiliği oturmuş, tanıdığım biri var mı diye. Aklıma doğru dürüst kimse gelmedi. Herkes daha çok çocuk, her ne kadar bunu inkar etseler de. Çocukluk tabi ki çizgifilm izleyip, saçma hareketler yapıp, anlamsız şeylerle eğlenmek değil. Hatta bazen bu davranışları sergileyenler pek çok kişiden daha olgun olabiliyorlar. Mesele kendini kabul etmemek. Açayım biraz isterseniz. Hatta yeni bir paragrafta ele alayım bu konuyu.

Benim yaşlarda iseniz herhalde kişiliğinizi oturtma evresinizdesiniz. Çok karmaşık bir yol bu, herkesin ilerlemesi gereken(master yoda =) Genelde topluluk içinde yaşadığımız için karşılıklı etkileşim had safhada oluyor. Buna bağlı olarak da bazı değerler yaratılıyor ister istemez. Toplumda kabul görmenin ve benimsenmenin bu değerlere yaklaşak gerçekleşeceği inancı da peydahlanıyor buna bağlı olarak. İşte dananın kuyruğu burada kopuyor. Ulaşılmak istenen ülküler bir olunca, buna ulaşmak için kullanılan yollar da birbirinin aynısı gibi oluyor. Aynı görünen, aynı düşünen, aynı anlamsız şeylere önem veren bir güruh meydana çıkıyor. Genelde birbirlerinin pek benzeri olan bu şahısların kişilikleri hakkında da bir şüphe doğuyor içimde ister istemez. Karakterleri yerine özenme eğilimleri artıyor ve gelişiyor. Şimdi bu insanların belli bir kişiliğe sahip olduğunu söylemek biraz güç geliyor bana. Aslında biraz yumuşatarak şöyle de söyleyebilirim; kendine has, onu başkalarından ayıran özellikleri pek az oluyor.

Yukarıda çocuklukla ilgili bir kaç kelam etmiştim. Onları da açıklayayım da havada kalmasın. Benzer amaçlara ulaşmayı ve yücelttikleri anlamlı/anlamsız şeylere sahip olma isteği kişide bir değişim havası yaratıyor. O da anlıyor artık eskisinden farklı olduğunu, birşeylerin değiştiğini. Eski o değil artık, büyüdü, kocaman oldu. Artık değer vermesi gereken şeyler farklılaştı, gelişti(en azından kendisini buna ikna ediyor).Bunun içinde hemen hemen her alanda görülen, dünyanın en eski propagandasını uygulamaya başlıyor: eskiyi kötülemek. 15-16-17-18 yaşlarındaki biri için eskiye baktığında çocukluğu görüyor. Yeni düzene geçilmek için eskisinin terk edilmesi gerekliliğini hissediyor tüm benliğinde ve çocukluğunu geride bırakmak için bunun tüm izlerini davranışlarından kazıyor. Yapmak istediklerini dizginliyor, hoşlandıklarını bırakmak için iradesini zorluyor. Tüm bu çabayı kolaylaştırmak için de, eskiyi(çocukluğu) kötülüyor, daha da vahimi bu davranışları küçümsüyor, yapan kişileri hakir görüyor.

Küçükken yaptığı davranışları büyüyünce de devam ettiren kişiler bu anlattıklarım yüzünden daha olgun olabiliyor kimi zaman. Çünkü biraz evvel bahsettiğim safhalardan geçmiş ve başarıyla atlatmış, çocukluğun iyi ve cazip yönlerinin varlığını tekrar fark etmiş, bu yüzden de bu davranışları sergilemekten çekinmiyor. İlk insan tipine göre bu kişilerin bazısı daha olgun olabiliyor. Çünkü asıl çocukluk, neyi neden yapmak istediğini bilmeden bunun için kendini zorlamaktır. Çocukluk davranışlarla belli olmaz, düşünce yapısıyla belli eder kendisini.


Bir de bu safhaları doğrudan atlayan kişiler var. Genelde bu tür anlamsız yarışlardan ve çabalardan uzak kalmayı başarabilmiş, kendi doğrularını yaratmayı başarabilmiş kişiler bunlar. Özenerek bakarım bunu başarabilmiş kişilere genelde. Fakat bu tutumun da bazı sakıncaları olabiliyor. Topluluklara pek girmezler ve insanların içinde bulunduğu çekişmeleri görüp onlardan soğurlar. Bu da yalnızlık hissi yaratabilir tabi.

Sanırım en doğrusu ilk olarak anlattığım safhayı çabuk atlamak, bunun içinde boğulup kalmadan, kıyısından geçebilmeyi başarmak.

Not:Şimdi bu kadar anlattıktan sonra, her kişilik sahibi insan makbuldür anlamı da çıkmasın.

hmm... yummy!

Okula gitmeden önce grip ilacı aldım. İlacın yan etkisi, uyku getiriyor olmasıymış. Bunu da eve gelince öğrendim. Tüm gün okulda gözlerimi açamadım neredeyse. Göz kapaklarımın, yer çekimiyle yaptığı savaşı zaman zaman kaybetse de eve kadar dayanabildim. 4 saatlik kesintisiz bir uykudan sonra kendime geldim gibi. Bundan sonra uyumayı kendime yeni bir hobi olarak görmeye başladım. Yapacak daha iyi birşeyim yoksa uyuyacağım.

Evet, fark ettim. Kısa ve net bir yazı oldu. Bu akşam veya yarın akşam, güzel konulara değineceğim =)

----------------
Now playing: Pink Floyd - High Hopes
via FoxyTunes

4 Ekim 2008 Cumartesi

Geçin Oturun Şöyle

Uzun bi aradan sonra tekrar blog'uma girmeye karar verdim. Bu uzun süreye neden olan bir kaç neden vardı. Biri internetimde yaşadığım problem, diğeri ise kendimde yazacak gücü bulamamamdı. Elbette bir şey yazabilirdim isteseydim. Ama yazdığım 30 küsür yazıdan sonra bunların artık yeterli olmadığını farkettim. Yazdıklarım şimdi bana çok bait geliyor. Düşündüklerimi aktarmanın çok uzağından geçiyor. Yazıldıkları dönem için aslında tam beni anlatmış ama artık bundan fazlasını anlatmalılar. Olandan daha falzasını, görünenden öteyi anlatmalılar. Bu yüzden uslubumu ilerletmeye çalışacağım elimden geldiğince. İlk denemelerimde başarılı olacağımı sanmıyorum. Fakat denedikçe daha iyi olacağını düşünüyorum. Birkaç tane de okuyucu olursa eleştirilerle beraber daha güzel oturur bunlar. Umarım ileride bu blog, okuduğumda kendim hakkında birşeyler hatırlayabileceğim bir günlük olarak kalır.

Comfortably Numb

there is no pain, you are receding.
a distant ship's smoke on the horizon.
you are only coming through in waves.
your lips move but i can't hear what you're sayin'.
when i was a child i caught a fleeting glimpse,
out of the corner of my eye.
i turned to look but it was gone.
i cannot put my finger on it now.
the child is grown, the dream is gone.
i have become comfortably numb.


Get Music Tracks! Make Your Own!