12 Temmuz 2009 Pazar

Mr. Swon


Güneşin yakıcı olmadan, insanları mutlu edecek kadar yeryüzünü ısıttığı bir gündü. Mr. Swon en sevdiği -arkadaşları tarafından hediye edilen- takım elbisenin içinde güneşi kıskandıracak bir şekilde ışıl ışıl yürüyordu. Neşesine eşlik eden bir de şarkı mırıldanmaya başladı. Gün batımı vakti geldiğinde, yürüşüne çok sevdiği parkın içinden geçen, iki yanında ağaçların sıralandığı yolda devam etti.

Havanın kararmaya yüz tutmasıyla beraber ani bir fırtına koptu. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurdan korunmak için, elinde taşıdığı babasının eski evrak çantasını başının üstünde tuttu Mr. Swon. Telaşla korunacak yer ararken gözüne yolun hemen ilerisinde bulunan bir tünel girişi ilişti. Daha önce hiç görmediği bu tünele doğru hızlı adımlarla ilerledi ve tünele girdiğinde sırtını kavisli duvara yaslayarak nefesinin tekrar normale dönmesini bekledi. Yağmurdan kaçmak için girdiği tünelde bir müddet etrafını inceledi. Ucu görünmeyen büyük bir beton boruyu andırıyordu tünel. Yağmurun dinmesini beklemek yerine bu uzun tüneli kullanarak yoluna devam etmeyi düşündü. Zaten izlediği yola paralel uzanıyordu bu tünel. İlerlemeye karar verdi. Kısa bir süre ilerledikten sonra tünelin içi önünü göremeyeceği kadar karanlık olmuştu. Ceketinin cebinden çakmağını çıkardı ve yaktı. Titrek ışıkta baktığında tünelin bu bölümünün başladığı yerden daha alçak tavanlı olduğunu farketti. Bir an geri dönmeyi düşündü. Sonra omuz silkti ve yoluna devam etti.

İlerlerken zeminin aşağı doğru meyil ettiğini anladı. Bu eğim de ilerledikçe artıyordu. Belki yağmurdan ıslanan ayakkabılarının tabanından kaynaklanan bir kayganlık yüzünden, belki de gazı azalan çakmağın artık ortamı yeterince aydınlatamamasından Mr. Swon bir anlık tökezledi ve dengesini kaybetti. Düşmekten kurtulmak için elleriyle duvardan destek almaya çalışsa da işe yaramadı ve yüz üstü yere yuvarlandı. Yolun ıslak ve eğimli olmasından dolayı kaymaya başladı. Daha düşmenin etkisinden kurtulamadan, tünelin eğimi daha da arttı. Mr. Swon kaydıkça tünel aşağı doğru dikleşmeye başladı. Artık taklalar atarak hızla aşağı doğru ilerliyordu. Tek yapabildiği ise düşerken elindeki çantasıyla kafasını korumaya çalışmaktı. İçinde boşluk duygusu oluşturan bu düşüşü, sert zeminin düzleştiği noktada sert bir şekilde son buldu.

Bir süre kendinden geçen Mr. Swon, kendine geldiğinde vücudunda yer yer zedelenmeler olduğunu ama yürümesini engelleyecek kadar da hasar almadığını gördü. Yerde duran çantasını almak için uzandı. Çanta onun kafasını darbeden korumuş, fakat kendisi paramparça olmuştu. Babasının çantasına üzülen Mr. Swon, zaten eski bir çantaydı, daha iyisi mutlaka bulunur, diyerek kendisini avuttu ve ayağa kalktı. Üstü başı da dağılmıştı bu düşüşten. İyice baktı üstündekilere. Hala giyilebilecek durumda olduklarından emin olunca ilerlemeye devam etti. Her şey düzelecekti, tek yapması gereken yola devam etmekti. Uzunca bir süre yürüdükten sonra tünelin yukarı doğru yükseldiğini gördü. İlerledi. Yorgun düştüğü anda tünel tekrar düzlük kazandı. Devam etti.

Mr. Swon ilerledikçe tünel daha da küçülüyordu ve sonunda kendi boyundan bile daha alçak bir hale geldi. Artık dizlerini bükmüş ve öyle ilerlemek zorunda kalmıştı. Kimi yerlerde tünel o kadar daralmıştı ki, ilerlemek için dizleri üzerinde emeklemek zorunda kalmıştı. Neyse ki tünel hep böyle devam etmedi, tekrar dik bir şekilde yürünebilecek hale geldi. Sonra aşağı doğru inmeye başladı tünel. Aşağı iniş bu sefer çok dik değildi ve yer çekiminin de yardımıyla kolay ve hızlı yol aldı Mr. Swon.

Tünel hep böyle devam etti. Kimi zaman Mr. Swon'un içinde zıplayabileceği kadar genişliyor, kimi zaman onu takım elbisesini çıkartıp geride bırakmaya zorlayacak kadar daralıyordu tünel. Tünel yukarı doğru meylettiğinde zorlanıyor, tekrar aşağı doğru eğim arttıkça ise kolay ilerleyebiliyordu Mr. Swon. Her yokuşu tırmandığında ve indiğinde yol düzleşince, tamam işte şimdi çıkışı göreceğim kesin, diyordu. Fakat bir türlü o parlak ışığı göremiyordu.

Karanlıkta zaman kavramını yitirmişti Swon. Sadece tünel vardı onun için artık. Dışarıda geçirdiği zamanlar ona çok uzak zamanlar gibi geliyor, erişilemez bir hayalin ürünleri olduğunu düşündürüyordu. Çantasını ve kıyafetlerini kaybetmişti. Yapayalnız hissediyordu kendisini. Bu engellerle dolu tünelde umudunu kaybetmeye yaklaştığı anlarda, onu karanlıktan koruyan ve yüzünde bir tebessüm emaresi uyandıran, parkın ağaçlı yolundan geçerken mırıldandığı şarkıyı yüksek sesle söylüyordu.

Bir insanın çocukluktan sonra girdiği ergenlik ve arkasından gelen yetişkinlik sürecinde, kaybettiği değerleri ve verdiği çabayı Mr. Swon'un hikayesi şeklinde okudunuz.

7 Temmuz 2009 Salı

o/


Yardım etmek isteyip de elinden bir şey gelmemesi, gerçekten fena bi duygu. Sanki karşımda Karaköy İskelesi batıyor ve benim tek yapabildiğim, gece yarısı batışını izlerken sigaramın dumanını havaya salmak.

5 Temmuz 2009 Pazar

don't let me down


Diş macunu ne güzel bir şey. Yok hayır, aromasından falan değil, ben onun kişiliğini seviyorum. Bir kaç gün önce her gece olduğu gibi, yatmaya üşenemeyecek kadar uykum geldiğinde çişimi etmek ve dişlerimi fırçalamak(eş zamanlı yapmıyorum tabi) için banyonun yolunu tuttum. Çevreme dikkat edemeyecek kadar uykusuz olmadığım gecelerden biri olmalıydı. Seksi yeşil diş fırçamın ucuna diş macunu sürme vakti geldiği zaman dış macunu tüpünün, üzerine oturulmuş güneş kremi tüpüne akrabalık derecesinde benzer bi halde bulunduğunu farkettim. "Tüh, kalmamış lan, yarın yeni bi' tane almayı unutmayayım bari" diye küçük bi' iç geçirdim. Tüpün acınası şekline rağmen şansımı denemek istedim yine de. Fışıyt diye bastırdım ümitlerimi canlı tutmamı sağlayacak tek yer olan tüpün ucuna yakın yerine. Bastırınca ihtiyacımı karşılayacak kadar macun çıktı dişarı(dışarı nesnedir, dışarıya ise dolaylı tümleç - Pratik Dil Bilgisi). Sersemlemiş haldeki yüzümün karşımdaki aynada aldığı mutlu ifadeyle aramdaki kısa bakışma geçince daha fazla vakit kaybetmeden seksi yeşil diş fırçama nazikçe sürdüm macunu ve dişlerimi fırçaladım.

Ertesi gün yine aynı vakitlerde biyolojik saatimin alarmı bana yatmam gerektiğini hatırlatırcasına beynimde çalmaya başladı. Alarmı kapatmak için banyoya doğru yola koyuldum, saatim de mesajı aldığımı anlayıp sustu ve yatmadan önceki işlerimi halletmem için gerekli enerjinin bedenimde dolaşmasına izin verdi. Aynanın önüne geldim. Tipime baktım. İçimden, hım tıraş olayım lan bi ara, diye geçirdikten sonra ellerimi yıkadım. Böyle iyice köpürttüm. İyice köpürmezse içim rahat etmiyor benim. Köpür köpür oldu ellerim ve duruladım ellerimi. Ardından sabunun üzerindeki köpükleri de suyla sabun yüzeyinden uzaklaştırdım. Elime seksi yeşil dış fırçamı aldım.İşte o zaman, puzzle'ımı çerçeveletmek, kitaplığımı düzeltmek, kendime pantolon almak gibi o gün içinde yapmam gereken ama unutkan bi insan olduğum için yapamadığım şeylerlerden oluşan listedeki maddelerden birinin de yeni diş macunu almak olduğunu anladım. "Tüh ya n'apcam ben şimdi" diye bi üzüntü bulutu geçti önce kafamın içinde. Sonra birden aklıma tüpün bana dün yaptığı iyilik geldi. Belki tekrar aynı iyiliği görebilirim diye düşündüm. Yüzsüzce, çekine çekine aynı noktadan, tüpün ağzına yakın yerdeki son macun kalıntılarının olabileceğini düşündüğüm yerden, tüpe baskı uyguladım. Ve yine aynadaki o mutlu adamı görmeme neden olan şey gerçekleşti ve seksi yeşil dış fırçamın gerekli miktardaki diş macunuyla düzeyli bir beraberlik yaşamasına izin verdim.

Bugüne kadar, günler boyunca bu olay her gece tekrarlandı. Ne zaman "tamam ya, artık kesin bitmiştir, içinde hiç kalmamıştır" diye düşünsem o beni yanılttı ve beni orada öylece macunsuz bir durumda bırakmamak için elinden ne geliyorsa ortaya koydu ve o gereken macunu zorlanarak da olsa verdi. Ne kadar zor durumda olursa olsun, 1 hafta boyunca yeni diş macunu almayı aklında tutamayan beni yalnız bırakmadı, yardımıma koştu.

Arkadaş dediğin de diş macunu gibi olmalı işte. Seni asla yalnız bırakmamalı, yardıma ihtiyacın olduğunda kendisi ne halde olursa olsun sana destek olmalı, seni hayal kırıklığına uğratmamalı. Çevremde böyle insanların var olduğu ve ne durumda olurlarsa olsunlar yine de ellerinden ne geliyorsa yapacakları fikri aklıma geldikçe hafif bir tebessüm beliriyor yüzümde. Dişlerimi fırçalarken arada sırada aklıma gelen bu ve bunun gibi düşünceler, gecenin bi saatinde de olsa lavabonun başında aynada kendime bakarken tebessüm etmemi ve ağzımdan köpüklerin yer yer dışarı çıkmasına neden oluyorlar.

3 Temmuz 2009 Cuma

Pasta

Yaz aylarının bize tatsız bir armağanı olan sıcak havalar yüzünden bitkin düşmüştük. Ellerimde almaya niyetli olmadığım ama alınca kendimi mutlu hissettiğim, bi yığın şeyi barındıran poşetler vardı. Belki görüntüsünden, belki de sesinden dolayı ruhumuza su serpiyormuş hissi yaratan küçük havuzun kenarındaki masaya oturduk. Konuştuk. Her iki insanın bir araya gelince belli bir dakikadan sonra yaptığı gibi biz de çevremizdeki insanlar hakkında konuşmaya başladık zaman ilerledikçe. Bazen pek tanımadığım, bazen ziyadesiyle tanıdığım, bazen de asla tanıyamayacağımı anladığım kişiler hakkında konuştuk.

Elma şekeri yemeye benzer insanlar hakkında konuşmak. Kısa bir konuşmanın ardından şekerle kaplı yüzeyleri biter ve geride elmayla baş başa kalırız. Biz de insanların şekerli kısımlarını bitirmiş, geriye sert elmaları bırakmıştık.

Şekeri yemesi kolaydır. Yalayarak halledersiniz. Ama elmada dişlemeniz gerekir. Biz de dişlemeye başladık. Sohbet daha da koyulaştı. Bazı insanların üzerinden geçerken onların ne kadar manasız ve saçma davranışları olduğunu fark edip, bu kişileri ve yaptıklarını, kınayan sözler eşliğinde, kafamın "cık-cık-cık" köşesinde konuk ediyordum. Konuk sayısı arttıkça, kafamda da adeta bir puzzle'ın birleştiği gördüm. Her bir "cıkcıkcık'lanacak" davranış, kınanacak hareket bu puzzle'ın ayrı bir parçasıydı. Konuşma devam ettikçe parçalar yerlerine oturmaya başladı. Önce kenarları, sonra da daha iç kısımları bir araya geldi puzzle'ın. Sonlara doğru yaklaştıkça çıkan resme daha dikkatli bakmaya başladım. Heyecanlanmıştım. Bir yerden tanır gibi oldum. Son parça da yerine oturunca resim tamamlanmış oldu. Evet, gerçekten de tanıyormuşum. Ortaya çıkan resim bendim.



Get Music Tracks! Make Your Own!